Kendi Kendine Konuşmak Zihinsel Rahatsızlık Göstergesi mi?

Yüksek sesle konuşmanın bütün amacı başkaları ile iletişim kurmaktır, ancak birçok insan kendisiyle konuşur. Peki bu durum ne kadar normal?

Hiç kendi kendinizle konuşurken yakalandınız mı? Özellikle bu konuşmalarınızda kendi adınızı kullanıyorsanız, oldukça yüz kızartıcı olabilir. Pek tabii, böylesi bir durumda sizi yakalayan kişi halüsinasyon gördüğünüz izlenimine kapılacaktır. Yüksek sesle konuşmanın bütün amacı başkaları ile iletişim kurmaktır, ancak birçok insan kendisiyle konuşur. Peki bu durum ne kadar normal?

Aslında kendimizle sessiz de olsa her zaman bir diyalog içerisindeyiz. Burada, ‘’nerede benim anahtarlarım?’’ gibi basit cümleleri kastetmiyoruz. Yalnızca kendi düşüncelerimizin cevap verebildiği soyut ve derin konuşmalar gerçekleştiriyoruz. Bu iç konuşmalar oldukça sağlıklıdır ve zihnimizi dinç tutarken düşüncelerimizi organize etmemize, aksiyonları planlamamıza, hafızamızı güçlendirmemize, duygularımızı ayarlamamıza yardımcı olurlar. Başka bir deyişle, iç konuşmalarımız sayesinde kendimizi kontrol ederiz.

Yüksek sesle konuşmak, belirli bir motor komutun istemsizce tetiklenmesinden kaynaklanan bu sessiz iç konuşmanın bir uzantısı olabilir. Jean Piaget, çocukların dil geliştirmeye başlar başlamaz kendi eylemlerini kontrol etmeye başladığını gözlemlemişti[1]. Sıcak bir yüzeye yaklaştığı zaman, çocuklar genellikle yüksek sesle “sıcak, sıcak” diyerek uzaklaşırlar. Bu tür davranışlar yetişkinlikte de devam edebilir.

İnsan olmayan primatların kendileri ile konuşmadığı açıkça görülüyor. Ancak bulgulara göre[2], görevi belirli bir hafızada aktif hale getirerek eylemlerini kontrol ediyorlar. Eğer görev, muzları eşleştirmek gibi görsel bir görevse, maymun, prefrontal korteksinin sesleri eşleştirmek gibi bir görevde etkinleştirdiğinden farklı bir alanını aktifleştiriyor. Fakat insanlar benzer bir şekilde test edildiğinde, görevin türü ne olursa olsun aynı alanları aktifleştiriyorlar.

Bu konuda oldukça ilginç çalışmalar da mevcut. Neuroscience Letters’da 2001 yılında yayımlanan bir çalışmaya göre[3], eğer sesli ya da sessiz fark etmeksizin kendimizle konuşmayı bırakırsak, beynimiz tıpkı maymunlarınki gibi çalışıyor. Max Planck Institute’den bilim insanlarının gerçekleştirdiği bu çalışmada, katılımcılardan görsel ve işitsel görevleri gerçekleştirirken kendi kendilerine yüksek sesle anlamsız sözler (la-la-la-la gibi) söylemeleri istendi. Bir insan aynı anda iki şeyi birden söyleyemeyeceğine göre, bu sesler sayesinde katılımcılar her bir görevde ne yapacaklarını kendileri ile konuşamadılar. Bulgulara göre, bu koşullar altında insanların beyinleri tıpkı maymunlarınki gibi çalıştı ve her bir görevde beynin farklı işitsel ve görsel alanları aktifleşti.

Bu çalışma, kendi kendimize konuşmanın davranışlarımızı kontrol etmedeki tek yöntemimiz olmadığını fakat olağan olarak bunu tercih ettiğimizi gösteriyor. Tabii ki bu, her zaman söylediklerimizi kontrol edebileceğimiz anlamına gelmiyor. Aslında, iç konuşmalarımızın sorun çıkardığı birçok durum mevcut. Örneğin gecenin üçünde kendi kendinize konuştuğumuzu fark ettiğimizde, tipik olarak düşünmeyi durdurmayı deneyip bir an önce uykuya dalmayı isteriz. Fakat kendinize düşünmemeniz gerektiğini söylemeniz, zihninizi gezintiye çıkartır yani iç konuşmalarınız da dahil bütün düşüncelerinizi gelişigüzel aktifleştirir.

Böylesi bir zihinsel aktivasyonu kontrol etmek oldukça zordur fakat amacı olan bir şeye odaklanıldığında bastırılabilir. Örneğin kitap okumak iç konuşmaları bastırmanın verimli bir yoludur. Bu sebeple kitap okumak uykuya dalmadan önce zihni rahatlatmak için sıklıkla tercih edilen aktivitelerden biridir.

Fakat Journal of Affective Disorders’da 2016 yılında yayımlanan bir çalışmanın[4] bulgularına göre, anksiyete ve depresyon problemi yaşayan bireylerde bu rastgele düşünceler alakasız görevlerde bile sorun olabiliyor. Zihinsel sağlığımız hem mevcut görevle ilgili düşünceleri aktive etme, hem de ilgisiz olanları yani zihinsel gürültüyü bastırma yeteneğine bağlı gibi görünüyor. Farkındalık temelli bilişsel terapi gibi birçok klinik teknik ile zihin toparlama ve stres azaltma terapileri gerçekleştiriliyor. Gezintiye çıkan zihin tamamen kontrolden çıktığında, tutarsız, bağlam dışı konuşmalarla rüya benzeri bir faza girilebilir ve bazı durumlarda bu bir zihinsel rahatsızlık olarak tanımlanabilir.

Kendinizle, Sesli mi yoksa Sessiz mi Konuşuyorsunuz?

İç konuşmalarımız düşünceleri organize etmeye ve onları değişen taleplere göre esnek bir şekilde uyarlamaya yardımcı oluyor. Fakat, kendi kendine yüksek sesli konuşmayı özel kılan bir şey var mı? Neden bizi duyacak kimse yokken yüksek sesli konuşmayı tercih ediyoruz?

Bangor University’den araştırmacıların gerçekleştirdiği bir çalışmaya göre[5], kendi kendine yüksek sesle telkinlerde bulunmak görev üzerindeki kontrolün artmasına sebep oluyor. Bulgular, katılımcıların eğer talimatları yüksek sesle okurlarsa göreve daha iyi odaklanıp daha iyi performans gösterdiklerini işaret ediyor. Bu faydanın büyük bir bölümü kendi kendini duymaktan ileri geliyor. Bu durumu tıpkı başka birisinin talimatlarını dinlemenin yazılı olarak okumaktan daha etkili olması gibi düşünebilirsiniz.

Birçok profesyonel sporcunun müsabakalar sırasında özellikle müsabakanın en kritik anlarında kendi kendine konuşmasını da kısmen bununla açıklanabilir. Sporcuların kendi kendilerine telkinde bulunmaları, önlerindeki göreve daha iyi odaklanmalarını sağlıyor olabilir. Belirgin kişisel talimatları üretme kabiliyetimiz aslında bilişsel kontrolümüz için en iyi araçlardan birisi ve yüksek sesle söylendiğinde daha iyi işe yarıyor.

Kısaca, eğer zihniniz kontrolünüz dışında değilse yani gezintiye çıkmamışsa, kendi kendine konuşmak muhtemelen yüksek bilişsel işleyişin bir işareti olabilir. Bu durum, zihinsel olarak hasta olmaktan ziyade bireyi entelektüel olarak daha yetenekli yapabilir. Çılgın bilim insanlarının kendi iç dünyalarında kaybolup sürekli kendileriyle konuştuğu klişesi, beyin gücünü arttırmak için elinde olan tüm araçları kullanan bir deha gerçeğini yansıtıyor olabilir.

BilimFili