Dünyaca Ünlü Brontë Kardeşler Hakkında Bilinmeyenler

Uğultulu TepelerJane Eyre ve daha niceleri… Edebiyat tarihinin mihenk taşlarından olan, dünyaca ünlü Brontë Kardeşlerin, sırlarla dolu dünyaları da en az eserleri kadar ilgi çekici. Jane Eyre gerçekten de Emily Brontë’nin eseri miydi? Çatıdaki Deli Kadın gerçekten deli miydi? Uğultulu Tepeler‘deki o ölümsüz aşk, yoksa ensest bir ilişkinin kağıda dökülmüş bir dışavurumu muydu? Son dönemde yayımlanan romanlardan biri olan Üst Kattaki Deli Kadın, tüm bu tartışmaları bir kez daha alevlendirdi. Edebiyat severler kitapta altı çizilen çarpıcı teorileri tartışırken, biz de tarihe imzasını atmış Brontë ailesine daha yakından bakalım.

Jane Eyre’in Yazarı Charlotte Kompleksli Bir Kadındı

Evet, bir rivayete göre kitabının başkarakteri Jane’i sıradan, gösterişsiz biri olarak betimlemesinin nedeni de buydu. Kardeşlerinin tüm ısrarlarına rağmen Jane’i güzel bir kadın olarak tasvir etmeyi reddetmişti. Kendisi gibi güzellik kriterlerine uymayan, standartların altında kaldığı düşünülen bir kadın, bir kitabın sayfaları arasında da hayat bulamayacaksa nerede bulacaktı?

Gizemli Malikâne Thorp Green Hall

Üç kız kardeşten ismi belki de en az duyulan Anne Brontë’nin 1840 ile 45 yılları arasında mürebbiyelik yapmak için gittiği malikânenin adıdır Thorp Green. Onu bu kadar önemli ve gizemli yapansa küçük kardeş Anne’in orada kaldığı beş yıl içinde yaşadıklarının tam anlamıyla bir sır olması. Beş yıl önce evinden büyük umutlarla çıkan yumuşak huylu, ağır başlı Anne, günün birinde haber bile vermeksizin apar topar evine geri döner, üstelik aile üyeleri karşılarında tamamen bambaşka bir Anne bulurlar. Orada şahit olduğu bir şeyler, Anne’i tamamen değiştirmiş, hırslı, dişli ve öfkeli bir kadına dönüştürmüştür.

Yasak Aşk Skandalı

Thorp Green’ de yaşananların sadece Anne’i değiştirdiğini söylemek yanlış olur. Anne, Thorp Green’de çalışmaya başladıktan bir süre sonra erkek kardeşi Branwell Brontë’yi de yanına aldırır. Fakat gözü işten çok oynaşta olan Branwell, çok geçmeden malikânenin sahibesi Lydia Robinson’a aşık olur. Ne var ki Lydia, mayfa babası kılıklı Edmund’la evlidir.  Edmund karısıyla Branwell’in ilişkisini öğrendiğindeyse büyük bir skandal patlak verir, Branwell’i vurmakla tehdit eden Edmund onu derhal evden kovar. Evinden genç ve sağlıklı bir hovarda olarak çıkan Branwell de eve alkolik, depresif ve işe yaramaz bir adam olarak dönmüştür.

Çok Gizli Elyazması

Anne Brontë ani bir kararla Thorp Green’den döndükten sonra bambaşka bir kadın oldu demiştik. Odasına girip saatlerce oradan çıkmayan ve sürekli Çok Gizemli Elyazması olarak adlandırdığı eseriyle uğraşan Anne, elbette kardeşlerinin dikkatinden kaçmıyordu. Anne’le aynı zamanda ablası Charlotte da tüm enerjisini yeni romanına veriyordu. Öte yandan Anne’in bu kadar hararetle ne yazdığını da merak etmiyor değildi. Hiç şüphesiz Anne, Thorp Green’den getirdiği o müthiş tutkuyla eşi benzeri bulunmaz bir eser yazacaktı. Peki, gerçekten öyle mi olmuştu?

Ünlü Jane Eyre’in Gerçek Yazarı Kim?

İşte, Anne’in bu ihtiraslı dönüşünden, gözlerinden ve ruhundan saçtığı alevden ortaya çıkan eser Agnes Grey‘den başkası değildi. Yani Anne’in ablasının başyapıtı olan Jane Eyre‘den yalnızca bir ay sonra yayımlanan kitabı. Agnes Greyse dönemin eleştirmenleri tarafından ne yazık ki Jane Eyre‘in yanında fazlasıyla sıkıcı, sönük ve işe yaramaz bulunmuştu. Peki, Anne’in Thorp Green’de geçirdiği yıllar boyunca biriktirdiği tüm o dehşet nereye gitmişti? Hiç şüphesiz Anne’in gece gündüz üzerinde çalıştığı Çok Gizli Elyazması bu olamazdı. Üstelik Jane Eyre‘in hem de tıpkı Anne gibi bir mürebbiye olarak gittiği o malikâne ne kadar da Thorp Green’e benziyordu öyle! Yoksa… Yoksa Charlotte, küçük kız kardeşinin hikâyesini mi çalmıştı?

Deli Kadın Bertha

 

Brontëlerin evinde çıkan meşhur, büyük yangını duymuş muydunuz? Birçok kişi Brontë kardeşlerin evinde çıkan bu yangının, Jane Eyre kitabındaki yangın sahnesine de ilham olduğunu düşünüyor. Kitaptaki yangın,evli olduğu halde Jane Eyre’e gönlünü kaptıran Edward Rochester’ın çatıya kilitlediği karısı Bertha tarafından çıkartılıyordu. Zaten tavan arasına kilitlenmiş olan Bertha, bir de göz göre göre aldatılınca kocasının yatağını yakıyordu.

Gerçek hayatta ise Brontë evindeki yangının, kırık kalbi yüzünden kendini içkiye veren erkek kardeş Branwell yüzünden çıktığı söyleniyor. Rivayete göre Branwell içip içip sızmış ve hala yanan tütünü de perdeleri tutuşturmuştu. Neyse ki evdeki herkes bu yangını burnu bile kanamadan atlatmıştı.

Öte yandan neredeyse yanarak ölmek üzere olan Branwell olmasına, yangın onun yatağında çıkmış olmasına rağmen hayatı boyunca ateşten deliler gibi korkan ve eve perde asmayı yasaklayan Charlotte olmuştu. Branwell’inse ateşten yana herhangi bir sorunu ya da korkusu yoktu.

Yoksa yangını yaşayan Branwell değil de Charlotte mıydı? Küçük kardeşi Anne’i hikayesini basmamaya ikna ettikten sonra, kendi yazdığı kitabı kardeşinden duyduklarına göre değiştirip onun hikayesini çaldığı için Anne, ondan intikam almak istemiş olabilir miydi? Bazı eleştirmenlere göre Jane Eyre‘in deli kadını Bertha’ya ilham olan Anne Brontë’nin ta kendisiydi!

Durun Siz Kardeşsiniz!

Gelelim ortanca kardeş Emily’ye. Emily’nin ilk ve tek romanı, gelmiş geçmiş en büyük aşk hikâyelerinden biri olarak kabul edilen Uğultulu Tepeler‘in başkarakterleri Cathy ve Heathcliff’i bilmeyen yoktur. Cathy’nin babası Bay Earnshaw, bir seyahatten dönerken günün birinde yolda bulduğunu söylediği kimsesiz bir çocuk olan Heathcliff’le çıkagelir. Birlikte büyüyen Heathcliff’le Cathy daima birbirlerine karşı farklı bir tutku beslerler. Öte yandan Heathcliff kendini hiçbir zaman aileye kabul ettirememiştir ve bu ikilinin aşkı ümitsizdir.

Bir rivayete göre bunun sebebi tam olarak Heathcliff’in aslında -romanda yansıtılmasa da- Bay Earnshaw’un başka bir kadından dünyaya gelen gerçek oğlu olması. Emily Brontë, Cathy ve Heathcliff’e umutlu bir aşk yazamazdı çünkü yaşadıkları dönemde ensest bir hikâye yazabilmek büyük bir tabuydu.

Hatta sonraki yıllarda bazıları daha da ileri giderek, Emily’nin aslında gizliden gizliye kendi kardeşi Branwell’e aşık olduğu için böyle bir hikaye yazdığını bile ileri sürdü!

Canavarca Bir Eser

Evet, yanlış okumadınız. Dönemin eleştirmenleri Uğultulu Tepeler için aynen bu cümleyi kullanmışlardı: “Canavarca ve isyan ettirecek kadar iç karartıcı.” Dahası zavallı Emily Brontë de ilk ve tek eserinin tam anlamıyla bir başarısızlık olduğunu düşünerek hayata gözlerini yummuştu.

Öte yandan bugün Uğultulu Tepeler‘in edebiyat tarihinin yeri doldurulamaz başyapıtlarından biri olduğu konusunda hemfikiriz. Bu da özellikle kelimelerle arası iyi olan herkes için büyük bir ders niteliğinde. Yazmayı seviyorsanız yazmaktan, kelimelerle kendinize bir dünya kurmaktan asla vazgeçmeyin. Bu kadar sansayonel bir hayatınız olmayabilir ama kim bilir belki de edebiyat dünyasının yeni Brontësi sizsinizdir! Neden olmasın?