Bir Astronotun Cesedi ile Başka Bir Gezegende Yaşam Filizlenebilir mi?

Evreni merak ediyoruz, bilim insanları da onu araştırmak ve hatta mühendisliğini yapıp yapamayacağımızı incelemek için uzaya astronotlar gönderiyorlar. Tabii ki bu araştırmalar sırasında kaza gerçekleşip, astronotların uzayda ölme ihtimalleri de var.

Bu ölüm belki Ay yolunda belki de Mars yolunda gerçekleşebilir. Belki bir kaza sonucu, astronotun bedeni uzay boşluğunda süzülebilir ya da bir uzay aracının Dünya ile bağlantısı kesilip uzayın derinliklerinde kaybolması mümkün olabilir.

Böylesi senaryolarda, astronotun cansız bedeni (ya da uzay aracının kendisi) uzay boşluğunda milyonlarca yıl kendi halinde sürüklenebilir. Ta ki bu beden bir yer çekiminin etkisine girip bir yüzeye çarpana kadar. Büyük bir ihtimalle bu ceset bir yıldız tarafından yakılıp yok edilecektir fakat bu bedenin başka bir gezegene düştüğünü farz edelim. Acaba bu ceset, tıpkı rüzgarla yer değiştiren tohumlar gibi, başka bir gezegene ve hatta başka bir yıldız sistemine yaşamı götürebilir mi?

astronot

Mikrobiyal Yolcular

Cansız insan bedeninin evren içerisinde yaşam tohumları atabilmesini hayal etmenin kabaca iki yolu var. Birinci senaryoda diğer gezegenlere yaşam, yaşayan mikroplar ile iletilebilir. İkinci senaryoda ise eğer bütün virüsler, bakteriler ve diğer mikroplar bu rotada ölürlerse, tamamen yeni bir yaşam formu ceset kalıntılarından ortaya çıkabilir. Bu iki senaryonun da gerçekleşme ihtimali mevcut.

Louisiana State University’de ekstrem çevrelerde hayatta kalabilen mikropları çalışan mikrobiyal biyolog Gary King’e göre; ‘’Eğer soru, ‘Bir cesedin uzay koşullarında hayatta kalabilecek mikropları başka bir gezegene götürebileceği muhtemel durumlar var mı?’ ise, cevabın evet olduğunu söyleyebiliriz’’

King’in belirtiğine göre vücutlarımızın, vücut kan dolaşımının durduğu zaman uzun süre hayatta kalabilen mikroplarla dolu olduğunu biliyoruz. Bu mikroplar uzay koşullarına çok benzeyen soğuk ve kuru çevrelerde yaşayabiliyorlar.

Gary King: ‘’Mikropları buz kütlelerinin dışarısına çıkartıyoruz ve orada canlılığını erteleyip milyonlarca yıldır hayatta kalmayı başarmış organizmaların varlığından söz ediyoruz. Eğer bahsi geçen yolculuk Mars gibi görece kısa bir yere yapılacaksa, insan vücudundaki bakteriyel sporlar tabii ki hayatta kalacaklardır. Ayrıca diğer sporsuz bakterilerin hayatta kalma ihtimali de mevcut. Denococcus radiodurans gibi mikropları düşünüyorum, bu mikropların oldukça az miktarda su ve yüksek miktarda iyonlaştırıcı radyasyon bulunan ortamlarda hayatta kalabildiğini biliyoruz.’’

King’in de belirttiği gibi, bir cesedin başka bir gezegene mikrobiyal yaşamı taşımasında etkili olan üç ana faktör var. Cesedi taşıyan şey, saklama ortamı ve savaşılacak süre.

Eğer uzay giysisi içerisindeki bir astronotun cesedinin uzay boşluğunda sürüklendiğini hayal ediyorsanız, bu ceset bir gezegenin çekimine girerse, hayatta kalan mikroplar gezegen atmosferine girince yanacaklardır. Bu yüzden mikropların hayatta kalabilmeleri için cesedin bir uzay aracı içerisinde olması gerekiyor. Uzay aracı içerisinde olsa bile atmosfere girişin oldukça yıkıcı olabilmesi de tabii ki mümkün. Ayrıca bu uzay aracının yere çarpmadan ya da çarptıktan sonra yarılması gerekiyor ki, eğer hayatta kalmış mikroplar varsa yayılma ihtimalleri olsun.

İkinci olarak, cesedin saklandığı ortamı göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Eğer ceset, bir şekilde sıvı suyun bulunabileceği bir ortamda muhafaza altındaysa, bu koşullar ideal olacaktır. Ayrıca çürüme sürecinde yardımcı olan kın kanatlılar ve solucanlar gibi canlıların da yokluğunda, insan vücudu sayısız bakteri nesli için binlerce yıl yetecek yakıtı sağlayacaktır.

Fakat yukarıda bahsettiğimiz ortamın olma zorunluluğu da yok. İlginç bir şekilde, bilim insanları mikrobiyal kültürleri uzun süre saklamak istediklerinde, basitçe donduruyorlar. Yani kültürünüzü alın, dondurun, dehidre edin ve istediğiniz zaman rehidre edip kültürünüzü büyütün. Uzayın nihayi dondurucu-kurutucu olduğunu düşünürsek, çevresel ortamın mikroorganizmaların saklanması için çok da kötü olmadığını söylemek zor değil.

Buradaki en büyük faktör, cesedin savaşması gereken zaman olacak. King’e göre; ‘’Güneş Sistemi içerisindeki yolculuk kesinlikle mikrobiyal hayatta kalma koşullarında gerçekleşecek.’’ Aynı zamanda cesedin tipik bir uydu hızında seyahat edeceğini de öngörebiliriz. Fakat zaman ölçeği hakkında konuşacaksak, cesedin başka bir yıldız sistemine girmesi milyonlarca yıl sürebilir. Bu noktada, mesela Güneş’e yaklaşık 4.2 ışık yılı mesafede bulunan en yakın yıldızsı komşumuz Proxima Centauri kırmızı cücesi gibi bir yıldızın yakınına cesedin varmasındaki sınırlayıcı faktör radyasyon oluyor.

Ceset uzayda ne kadar uzun süre seyahat ederse, o kadar fazla çevresel kozmik radyasyonu absorbe edecektir. Bu radyasyon yeterli miktarlara geldiğinde de organizmaların DNA ve RNA’ları üzerinde mutasyonlar yoluyla bozulmalara yol açacaktır. Eğer bu mutasyonların üstesinden gelinmezse, mikroorganizmaların hayatta kalma durumları sorgulanabilir. King’e göre: ‘’Burada oldukça az radyasyon korumasıyla milyonlarca yıl sürebilecek bir yolculuktan bahsettiğinizde, mikrobiyal hayatta kalış ihtimalinin oldukça sınırlı bir ihtimal olduğu üzerine konuştuğumuzu söyleyebilirim. Fakat, eğer sayısız mikroorganizma arasından yalnızca birinin hayatta kalmasına ihtiyacınız varsa, imkansız olduğunu söyleyemem.’’

Bedensel Kimya

Peki vücuttaki bütün mikroorganizmaların bu yolculuk sırasında canlılığını kaybettiğini düşünelim. Acaba ceset içerisindeki amino asitler, yağlar, proteinler, karbonhidratlar tamamen yeni bir yaşam formunu oluşturabilir mi?

Bu konuda Nobel ödüllü genetikçi Jack Szostak ve yaşamın doğuşunu çalışan kimyager Lee Cronin, uzlaşmaya varıyorlar. Ceset kalıntıları ile hayatın başka bir gezegende yeşermesi mümkün, fakat şartlar ideal olmalı.

Szostak’a göre: ‘’Bozunmakta olan astronotun bedeninden salınan moleküller, eğer çevresel koşullar yaşamın başlaması için neredeyse mükemmelse yeni bir hayatın ortaya çıkması ihtimalini potansiyel olarak güçlendirebilir.’’ Fakat buradaki bileşimlerin bir kısmının kayıp olacağını ya da oldukça az konsantrasyonlarda bulunacağını da belirtmek gerekiyor. Başka bir deyişle, astronotun cesedi yeni hayatı başlatabilecek bir şenlik ateşi değil yalnızca bir kibrit.

Szostak’a göre, eğer Dünya’daki yaşamın başlangıcındaki proto-hücreler gibi oldukça basit bir hücreden bahsediyorsak, astronotun molekülleri tek başına ne yazık ki yetersiz olacaktır. Başka bir deyişle, cesedin içerisindeki moleküller tek başlarına bir araya gelip bir yaşayan organizma oluşturamayabilirler.

Peki bunun sebebi nedir? DNA yapı taşları olan trifosfatlar gibi belirli molekül tipleri vardır. Szostak’a göre bu moleküller Dünya’dakine benzer yeni bir yaşamın ortaya çıkması için kesinlikle gerekliler. Fakat bu hassas moleküllerin astronotun cesedi belirli bir süre bekledikten sonra bozunması muhtemel. Tabii ki yalnızca bir cesedin değil çok sayıda cesetin aynı gezegene uygun koşullarda düşmesi ve oradaki uygun koşullar sayesinde yaşamı orada yeşertmesi mümkün olabilir.

Yazı içerisinde birçok noktada ihtimallerin varlığından söz ettik. Yani başka bir gezegende yaşamın, uzay araştırmalarına katkı sağlamak için uzaya gitmiş astronotların ya da paraları olduğu için uzayı gezmeye koyulmuş uzay turistlerinin talihsiz kazaları ile yeşermesi ihtimali var. Hatta kim bilir, belki de Dünya üzerinde de yaşam böyle başlamıştır.


Kaynak: Could an astronaut’s corpse bring new life to another world?, <http://www.astronomy.com/news/2016/10/could-an-astronauts-corpse-bring-new-life-to-another-world>

Bu içerik BilimFili.com yazarı Yusuf Cem Durakcan tarafından oluşturulmuştur.